Türkiye, tarihsel olarak büyük depremlerle yüzleşmiş bir ülkedir. 1999 Gölcük Depremi, 2011 Van Depremi, 2020 İzmir Depremi gibi felaketler, yalnızca insan hayatını değil, ekonomiyi ve toplumsal yapıyı da derinden etkilemiştir. Bu tür afetler, kentsel dönüşümün önemini her geçen gün daha fazla gözler önüne sermektedir. Ancak kentsel dönüşüm süreci, yalnızca binaların yenilenmesiyle sınırlı olmamalı; aynı zamanda şehirlerin güvenli, sürdürülebilir ve yaşanabilir hale getirilmesi hedeflenmelidir.
Türkiye, dünyanın en aktif fay hatlarından biri üzerinde yer alması nedeniyle deprem riskiyle karşı karşıyadır. 1999 yılında yaşanan Marmara Depremi, deprem gerçeğiyle yüzleşmenin gerekliliğini ortaya koymuş ve binaların depreme dayanıksız yapıları gündeme gelmiştir. Bu acı tecrübe, kentsel dönüşümün Türkiye için ne kadar önemli bir konu haline geldiğini göstermiştir. Depremler sırasında birçok bina yıkılmış, binlerce insan hayatını kaybetmiş ve yüzbinlerce insan evsiz kalmıştır. Bu olaylar, Türkiye’nin depreme dayanıklı yapıların inşası konusunda daha kararlı bir yaklaşım benimsemesine yol açmıştır.
Kentsel dönüşüm, riskli yapıları yıkıp yerine daha güvenli, sağlıklı ve modern yaşam alanları inşa etmenin ötesine geçmelidir. Bu süreç, aynı zamanda şehirlerin sosyal yapısının güçlendirilmesini, altyapının modernize edilmesini ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanmasını içermelidir. Başarılı bir kentsel dönüşüm süreci, sadece fiziksel yapıları değil, toplumsal yapıları da iyileştirmeyi amaçlamalıdır. Bu nedenle kentsel dönüşüm projelerinin, sadece bina inşaatı değil, aynı zamanda ulaşım altyapısı, yeşil alanlar, sosyal donatılar gibi pek çok farklı bileşeni barındırması gerekmektedir. Yerel halkın bu sürece katılımı, şeffaflık ve etkin denetim, dönüşüm projelerinin başarılı olabilmesi için kritik öneme sahiptir.
Deprem güvenliğini sağlarken, aynı zamanda binaların enerji verimliliği, su tasarrufu ve çevresel sürdürülebilirlik gibi kriterlere de dikkat edilmelidir. Kentsel dönüşüm sürecinde, yerel yönetimlerin etkin rol alması büyük önem taşımaktadır. Belediyeler, yalnızca binaların yenilenmesiyle değil, mahallelerin sosyal yapısını da göz önünde bulundurarak projeleri planlamalıdır. Böylece, kentsel dönüşüm sadece fiziksel bir değişim değil, toplumun tüm dinamiklerini olumlu yönde etkileyen bir dönüşüm süreci haline gelir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin depreme hazırlıklı olabilmesi için kentsel dönüşüm sürecinin daha geniş bir perspektifle ele alınması gerekmektedir. Depremler, kaçınılmaz bir gerçek olsa da, doğru planlamalarla bu felaketlere karşı daha dayanıklı bir toplum inşa etmek mümkündür. Kentsel dönüşüm, binaların dayanıklılığından çok daha fazlasını ifade eder; şehirlerin yaşanabilirliğini artırmak, toplumu geleceğe hazırlamak ve doğal afetlere karşı dayanıklı bir yapı kurmak, bu sürecin en önemli hedefleridir.