Kadına şiddet, yalnızca bireylerin değil, toplumun tamamının utancı ve trajedisidir. Her gün haberlerde bir kadının daha şiddete uğradığını, hayatını kaybettiğini ya da çaresizlik içinde yaşamaya devam ettiğini duyuyoruz. Bu olaylar ne yazık ki çoğumuz için artık şaşırtıcı değil. Ancak bu kanıksama, vicdanlarımızın köreldiğini ve toplumsal dayanışmanın giderek zayıfladığını gösteriyor. Peki, bu karanlık döngü neden kırılamıyor?
Kadına yönelik şiddet, aslında toplumun çok daha derinlerinde yatan sorunların bir yansıması. Eğitimden kültürel kalıplara, ekonomik eşitsizlikten hukuk sistemindeki aksaklıklara kadar pek çok faktör bu sorunun birer parçası. Çocuk yaşta öğrenilen cinsiyet rolleri, erkeklere üstünlük, kadınlara ise itaatkârlık misyonu yüklüyor. Erkekliğin, fiziksel güç ve otoriteyle özdeşleştirilmesi; kadınlarınsa bu güç karşısında boyun eğmesi gerektiği fikri, maalesef pek çok ailede hâlâ geçerliliğini koruyor. Bu zihniyetle büyüyen bireylerin oluşturduğu toplumlarda şiddetin normalleşmesi kaçınılmaz hale geliyor.
Kadına şiddet sadece bir bireysel suç değil, aynı zamanda bir sistem sorunudur. Eğitim sistemi, kadın-erkek eşitliğini aşılamada başarısız. Geleneksel değerler adı altında kadınların özgürlüklerini kısıtlayan bir ahlak anlayışı, bireylerin özgüvenlerini yok ediyor. Bunun yanında ekonomik bağımsızlığını kazanamayan kadınlar, şiddet dolu ilişkilerden kaçmakta zorlanıyor. Şiddet mağduru kadınların iş bulma, barınma ve çocuklarını güvenli bir şekilde büyütme imkânları sınırlı. Bu da onların sessiz kalmaya ve şiddeti sineye çekmeye zorlanmasına neden oluyor.
Adalet sistemi ise ayrı bir yara. Kadına yönelik şiddetle mücadelede etkin rol oynaması gereken hukuk mekanizmaları çoğu zaman yetersiz kalıyor. İyi hâl indirimi, caydırıcı olmayan cezalar ve mağdurları koruma konusundaki zaaflar, failleri cesaretlendiren bir etki yaratıyor. Bir kadının hayatını cehenneme çeviren saldırgan, birkaç yıl içinde serbest kalıp kaldığı yerden devam edebiliyor. Öte yandan, şiddet tehdidi altındaki kadınlar için koruma taleplerinin nasıl bir formaliteye dönüştüğünü görmek, güvenlik sistemimizin ciddiyetini sorgulatıyor.
Medyada kullanılan dil ve üslup da bu sorunun büyümesine katkı sağlıyor. Şiddeti romantize eden ya da saldırganı mazur göstermeye çalışan haberler, toplumsal algıyı olumsuz etkiliyor. Bir kadının öldürülmesi “tutku cinayeti” olarak sunulurken, failin eylemi gerekçelendiriliyor. Bu tür haberler, şiddeti azaltmak yerine neredeyse haklı bir gerekçe üretmenin aracı haline geliyor.
Kadına şiddetin önlenmesi için yalnızca bireysel çabalar değil, toplumsal bir dönüşüm gereklidir. Eğitim müfredatlarında toplumsal cinsiyet eşitliğine yer verilmesi, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmasının desteklenmesi ve caydırıcı yasaların uygulanması bu mücadelenin vazgeçilmez adımlarıdır. Ayrıca, medyanın diline dikkat etmesi, toplumun bilinçlendirilmesi ve şiddet mağdurlarına yönelik destek mekanizmalarının güçlendirilmesi gerekiyor.
Unutulmamalıdır ki, kadına şiddet bir kadının değil, tüm toplumun yarasıdır. Her sessiz kalınan olay, yeni mağdurlar yaratır. Bu sessizlik bozulmadıkça, karanlık döngü sürmeye devam eder. Artık susmamak, görmezden gelmemek ve gerçek bir değişim için mücadele etmek herkesin sorumluluğudur. Kadına şiddet, toplumsal bir suçtur ve hepimizin omuzlarında bu suçu durdurma yükü vardır.
Anasayfa
Yazarlar
Esmanur Akbulut
Yazı Detayı
Bu yazı 425 kez okundu.
Toplumun Kapanmayan Yarası
Kadına şiddet, yalnızca bireylerin değil, toplumun tamamının utancı ve trajedisidir. Her gün haberlerde bir kadının daha şiddete uğradığını, hayatını kaybettiğini ya da çaresizlik içinde yaşamaya devam ettiğini duyuyoruz. Bu olaylar ne yazık ki çoğumuz için artık şaşırtıcı değil. Ancak bu kanıksama, vicdanlarımızın köreldiğini ve toplumsal dayanışmanın giderek zayıfladığını gösteriyor. Peki, bu karanlık döngü neden kırılamıyor?
Kadına yönelik şiddet, aslında toplumun çok daha derinlerinde yatan sorunların bir yansıması. Eğitimden kültürel kalıplara, ekonomik eşitsizlikten hukuk sistemindeki aksaklıklara kadar pek çok faktör bu sorunun birer parçası. Çocuk yaşta öğrenilen cinsiyet rolleri, erkeklere üstünlük, kadınlara ise itaatkârlık misyonu yüklüyor. Erkekliğin, fiziksel güç ve otoriteyle özdeşleştirilmesi; kadınlarınsa bu güç karşısında boyun eğmesi gerektiği fikri, maalesef pek çok ailede hâlâ geçerliliğini koruyor. Bu zihniyetle büyüyen bireylerin oluşturduğu toplumlarda şiddetin normalleşmesi kaçınılmaz hale geliyor.
Kadına şiddet sadece bir bireysel suç değil, aynı zamanda bir sistem sorunudur. Eğitim sistemi, kadın-erkek eşitliğini aşılamada başarısız. Geleneksel değerler adı altında kadınların özgürlüklerini kısıtlayan bir ahlak anlayışı, bireylerin özgüvenlerini yok ediyor. Bunun yanında ekonomik bağımsızlığını kazanamayan kadınlar, şiddet dolu ilişkilerden kaçmakta zorlanıyor. Şiddet mağduru kadınların iş bulma, barınma ve çocuklarını güvenli bir şekilde büyütme imkânları sınırlı. Bu da onların sessiz kalmaya ve şiddeti sineye çekmeye zorlanmasına neden oluyor.
Adalet sistemi ise ayrı bir yara. Kadına yönelik şiddetle mücadelede etkin rol oynaması gereken hukuk mekanizmaları çoğu zaman yetersiz kalıyor. İyi hâl indirimi, caydırıcı olmayan cezalar ve mağdurları koruma konusundaki zaaflar, failleri cesaretlendiren bir etki yaratıyor. Bir kadının hayatını cehenneme çeviren saldırgan, birkaç yıl içinde serbest kalıp kaldığı yerden devam edebiliyor. Öte yandan, şiddet tehdidi altındaki kadınlar için koruma taleplerinin nasıl bir formaliteye dönüştüğünü görmek, güvenlik sistemimizin ciddiyetini sorgulatıyor.
Medyada kullanılan dil ve üslup da bu sorunun büyümesine katkı sağlıyor. Şiddeti romantize eden ya da saldırganı mazur göstermeye çalışan haberler, toplumsal algıyı olumsuz etkiliyor. Bir kadının öldürülmesi “tutku cinayeti” olarak sunulurken, failin eylemi gerekçelendiriliyor. Bu tür haberler, şiddeti azaltmak yerine neredeyse haklı bir gerekçe üretmenin aracı haline geliyor.
Kadına şiddetin önlenmesi için yalnızca bireysel çabalar değil, toplumsal bir dönüşüm gereklidir. Eğitim müfredatlarında toplumsal cinsiyet eşitliğine yer verilmesi, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmasının desteklenmesi ve caydırıcı yasaların uygulanması bu mücadelenin vazgeçilmez adımlarıdır. Ayrıca, medyanın diline dikkat etmesi, toplumun bilinçlendirilmesi ve şiddet mağdurlarına yönelik destek mekanizmalarının güçlendirilmesi gerekiyor.
Unutulmamalıdır ki, kadına şiddet bir kadının değil, tüm toplumun yarasıdır. Her sessiz kalınan olay, yeni mağdurlar yaratır. Bu sessizlik bozulmadıkça, karanlık döngü sürmeye devam eder. Artık susmamak, görmezden gelmemek ve gerçek bir değişim için mücadele etmek herkesin sorumluluğudur. Kadına şiddet, toplumsal bir suçtur ve hepimizin omuzlarında bu suçu durdurma yükü vardır.
Ekleme
Tarihi: 19 Kasım 2024 - Salı
Toplumun Kapanmayan Yarası
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.