Günün birinde tavuğun biri kuluçkaya yatmış, etrafa bakınırken bir de ne görsün; ötede kendi yumurtasına benzer bir yumurta boşta duruyor. "Yazık", demiş, "kim bilir annesine ne oldu da üzerine yatamadı!" Annelik içgüdüsüyle onu da kanatlarının altına almış.
Gün gelmiş yumurtadan civciv çıkmış. Sonradan kanatların altına aldığı yumurtadan çıkan bu civciv kendi civcivlerinden biraz farklıymış. "Olsun", demiş, "biraz farklı ama ben gene de kanatlarımın altına alayım." Onu diğer civcivlerle beraber tam bir tavuk gibi yetiştirmiş. Anne tavuk, her gün nerelere gidecekleri, nerede ne yiyecekleri, nelere dikkat edecekleri konusunda civcivleri eğitimden geçiriyormuş. Bütün civcivler pür dikkat kendisini dinleyip itaat ediyormuş ancak diğer civciv bir türlü kapına sığmıyormuş. Anne tavuğa sürekli uçmak istediğini, canının et yemek istediğini söylüyormuş. Bu durum anne tavuğu çok şaşırtmış. "Tavuklar sürekli et yemez, hele büyük etleri hiç yemez yavrum," diyormuş. Günler birbirini kovalarken bizim civciv iyice tuhaf olmuş. Gagası uzamaya, pençeleri çıkmaya başlamış ancak anne tavuk hâlâ uyanamamış, "tavuksal" eğitimlere son sürat devam ediyormuş. Bir gün sahada tüm civcivleri gezdirirken gökte bir kartalın gezdiğini görmüş, "işte size anlattığım tehlikeli düşmanımız; şimdi benimle birlikte son sürat kümese kaçın!" demiş. Kendisi önde, civcivler arkada, kirişi kırmışlar ancak bizimki ortada yokmuş. Bir de bakmışlar dışarıda, gökten gelen kartala kafa tutuyor. Gökten gelen büyük kartal önce bir vuruşta onu devirip yemeği düşünmüş ama bu civcivin tipinden hayli şüphelenmiş.
"Sen ne biçim tavuk yavrususun!" demiş. O, bu soruyu anlayamamış. "Bu nasıl gaga, bu tırnaklar düpedüz pençe Senin ne işin var bu tavukların arasında? diye eklemiş. O da; olur mu ben düpedüz tavuk yavrusuyum, bak o içerideki de annem, beni o yumurtladı, gözümü onun kuluçkası altında açtım, günlerdir bana o bakıyor," deyince kartal sormuş: "Senin canın hiç et çekmiyor mu?" "Nasıl çekiyor bir bilseniz! Hem de her gün. Ancak anneme söylüyorum, bu halimi tuhaf karşılayıp beni azarlıyor." "Peki hiç uçmak istemiyor musun?" "Ah ah! hemen hemen her an! Kanatlarımı nasıl kullanmak istiyorum, ah bir bilseniz! Ancak annem, 'o kuşların işi' deyip kanatlarımı âdeta bağladı."
Bunun üzerine Kartal iyice ikna olduğunu anlayınca, "Gel evladım gel! Sen düpedüz bir Kartal yavrususun, belli ki yuvamdan bir kuş çaldı seni, yiyemeden bir yerlere bıraktı. Bu tavuk da aldı seni tavuk gibi yetiştirdi," deyip kendisini alıp dağların zirvelerine götürmüş.
Aradan yıllar geçmiş, birlikte bir köyün üstünden geçerlerken Kartal yavrusunun gözleri dolmuş. Yanında uçan Kartal ona sormuş:
"Ne o, eski tavukluk günlerini hatırlayıp üzüldün mü?"
Kartal yavrusu: "Hayır üzüldüğüm o değil."
"Ne peki?"
Bakın efendim; çok şükür karşıma benim gibi bir kartal çıktı ve ben kendimi gördüm. Bir tavuk gibi yetişmiştim. Sinik, silik bir hale gelmiştim. Özümü, benliğimi unutmuştum. Şimdi özümü, benliğimi hatırladım. Ya ömrü boyunca karşısına bir kartal çıkmayıp kendisini hala bir tavuk yavrusu olarak görenlere ne demeli? İşte onların halini düşündüğüm için üzüldüm ve ağladım," demiş...
Evet dostlar, durumumuz bu hikayedeki kartal gibiydi. Savaşçı, adil ve mücadeleci bir millettik. Daha sonra bize çeşitli yollarla hâkim olup sinik, silik insanlara dönüşmemize sebep oldular. Ve bu duruma gelene kadar sürekli tavuk olduğumuzu telkin ettiler. Eğitim sistemi, filmler, gıdalar ve boş işler, bizi bu hâle getirmenin aracı oldu. Artık bir kartal olduğumuzu unutmuştuk. Kartal refleksi gösteremiyorduk. Evcilleşmiştik, korkaklaşmıştık... Bir tavuk gibi kümes hayatına alışmıştık. "Siz bir kartalsınız, kartal gibi yaşayın!" diyene bile inanmıyorduk artık. Tavuk gibi yaşamaya alışmıştık, kartal olmayı istemiyorduk bile!... Hz Hamza, Hz.Ömer, Selahattin Eyyubi, Sultan Alp Arslan, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, şeyh Şamil hâlimizi görseydi çok üzülürdü...
Biz de artık Sultan Alp Arslan'ın ufku yoktu. Rehavet içinde yaşamanın tutkunu ve zevk toplumu olmuştuk. Alp Arslan, Anadolu'yu İslam'a nasıl açarım diye askeri, fikri ve stratejik planlar yaparken, biz ise yaşadığımız dairelerde (kümeslerde) rehavet içinde bir ruhu kaybetmiştik.
Kümes ufkunun oluşturduğu zihnimizde
Nasıl daha lüks bir ev elde ederim,
Nasıl daha modelli bir arabam olur,
Zevklerimi daha çok nasıl tatmin edebilirim,
Nasıl daha çok para ve mal elde edebilirim,
Nasıl daha fazla lüks sahibi olabilirim arzuları vardı.
"Allah'ın ipine sımsıkı sarılın," ayetinin gereğini yerine getirmeyip "dünyaya sımsıkı sarılmayı" hayat tarzı haline getirmiştik. Allah'ın yoluna gerektiği gibi sarılanlar sayesinde Bursa'dayız, Konya'dayız, İzmir'deyiz, Diyarbakır'dayız, Van'dayız, İstanbul'dayız, Edirne'deyiz...
Aynı yola revan olmaz isek kümes ufkunun oluşturduğu dar ve değersiz bir yaşam tarzıyla işgale uğrayıp sefil bir hayat içerisinde yok olmamız an meselesidir...
Alp Arslan'ın ufkunu kuşanmanın vakti gelmedi mi?
Sen bir kartal yavrususun, kümes tavuğunun civcivi değil!...